26 Ağustos 2013 Pazartesi

Amerika Açık - Nadal'ın Dönüşü

       



Efsane 2012 Avustralya Açık finalinde Djokovic'e kaybettiğinden beridir sert korta çıkmayan Nadal'ı, 2. Geleneksel Wimbledon şokundan sonra bu sene de görmeyi ummuyordum açıkçası. Allah nazarlardan saklasın dolu dizgin geliyor. (tü tü tü maşallahh!)



Amerika Açık öncesi Cincinnati Open'da iyi bir performans sergilemiş ve şampiyonluğa uzanmıştı finalde Isner karşısında.

Çeyrek finalde de Federer'le olan mücadelesi hem iki tenisçi hem de iki tarafın fanları açısından oldukça doyurucuydu. Önceki yıllardan lezzeti damaklarda, her biri iple çekilen 'FEDAL'lerden bir resital sundular.

Sonuçta RaFan'lar daha çok sevindi ama Federer hayranları da memnundu.

Cincinnati sonrasında Rafael Nadal USopen öncesinde ATP sıralamasında 2 numaraya yükseldi -ki birkaç ay önce hayal edemeyeceğimiz bir şeydi-  Federer de 7 numaraya kadar geriledi.

Ve ne yazık ki Amerika Açık'ta bu ikiliden yalnızca biri yarı finale çıkabilecek.


Gelelim Nadal'ın Amerika Açık ilk turuna...92'li Harrison karşısında rahat bir maç çıkardı.  
6-4/6-2/6-2'lik setlerle üst tura yükseldi. Set skorlarına rağmen keyifli bir ilk tur maçıydı diyebiliriz. -Şahsen Harrison'ı tanımaktan büyük keyif aldım. yani.. forehandleri iyiydi. şeyy.. aceleri de!- 




Harrison'la bir kez daha Amerikalıların servis çalıştırma yöntemlerine yönelik merak duygusu kabardı içimde. Maçı 11 ace'le tamamladı. Roddick'sel, en azından Isner'sal bir tatla Amerikan tenisine hafiften müjdeyi verdi.

Son sette kaybedeceği belli olmasına rağmen çok güzel puanlarla, forehandlerle maçın temposunu yine de düşürmedi. -tabi tempo derken ilk tur maçına göre-



                                         Nadal'dan 'banana shot'



Ayrıca Nike yetkilileri; benim kıpır kıpır, rengarenk İspanyol Rafoşumu Norveç konseptinde gıpgri giydirmenizin nedenini sorabilir miyim?!!! Şükür ki pembe ayakkabı bağcıklarından tanıdık!
Tamam zemin rengiyle uydurmuşsunuz ama olmamış. NY taksisi konseptinde göz alıcı sarı t-shirt tercihimizdir. haberiniz ola!




15 Ağustos 2013 Perşembe

Ne Olacak Bu Federer'in Hali?

Bu yazıyı Federer, Haas karşısında ilk setini kaybettiği maçı üç sette kazandıktan sonra yazıyorum. Aslında uzun zamandır aklımdaydı; ancak bu maçı izlerken artık zorunluluk hissettim yazmak için. Bu yazıda Federer'in uzun süredir devam eden; ancak son aylarda ayyuka çıkan form düşüklüğünden bahsedeceğim. Tenisle biraz ilgilenen herkesin rahatlıkla bileceği gibi Roger Federer çok özel bir oyuncu, bazıları bu payeyi vermede zorlansa da büyük çoğunluğun kabulüyle gelmiş geçmiş en iyi tenisçi ve benim gözümde gelmiş geçmiş en iyi spor adamlarından, ancak son yıllarda kariyeri büyük bir düşüşe geçti ve bu sadece fanları için değil, onu izleme şansına eren her tenissever için çok üzücü. Peki bu form düşüklüğünün nedeni ne? Eğer kategorize edecek olursak, üç nedeni var benim gözümde: fiziksel, mental ve taktikse 
                                     
1-) Fiziksel Nedenler: Federer artık herkesin malumu, en iyi zamanlarını yaşamıyor. 32 yaşına bastı ve gittikçe hızlanan oyuna ayak uyduramamaya başladı. Bazı sporcular antrenman yapmayı sevmezler, bu yüzden kariyerlerinin sonunda düşüş kaçınılmaz olur, ama Federer'in sorunu bu değil. O turda her zaman en iyi çalışan oyunculardan oldu; fakat tenisin durağan bir spor olmaması aleyhine işliyor, gelen her yeni jenerasyon daha hızlı bir tenise adapte oluyor ve bu Federer gibi Agassilerin, Semprasların son dönemlerine yetişmiş, klasik tenis oyuncuları için felaket demek. Bu fark bu yıl Fransa açık'ta Tsonga ile oynadığı maçta da açıkça belli oldu. Maç boyunca Federer rakibini oyununa karşılık veremedi. Bu Federer'in toprak zeminin onun favori zemini olmadığını düşünürsek normal gelebilir; fakat zemin kesinlikle Tsonga'nın da favori zemini değildi ve ertesi maçta yarı finalde Ferrer karşısında hiç varlık gösterememesi de bunu kanıtlar nitelikte. Yani en yavaş zeminde bile Federer yeterince hızlı olamamanın sıkıntısını çekiyor. Uzun lafın kısası tenis şu anda çok daha hızlı bir oyun ve Federer ilerleyen yaşı ve bunun getirdiği fiziksel dezavantajla, rakipleri karşısında daha güçsüz kalıyor.
İkinci bir fiziksel dezavantaj da asla bir Nadal'ın dizleri kıvamına gelmeyen ve gelmemesini şiddetle umduğum sırt sakatlığı. Uzun zamandır Federer bu sakatlıktan muzdarip ve uzun zaman oynamasını engellemese de oyuna yüzde yüzünü vermesini engellediği kesin, zaten oynadığı son turnuvada sakatlık ve muhtemel yeni raketten dolayı ikinci turda veda etmesi( raket konusuna aşağıda değineceğim) ve Rogers Cup'ı es geçmesi de sorunun büyüklüğünü gösteriyor bize.
                                 

2-) Mental Nedenler: Federer turu domine ettiği yıllarda en büyük artılarından biri de rakiplerine karşı mental olarak çok sağlam durabilmesiydi. Zaten on yedi tane grand slami mental açıdan zayıf birinin kazanması da mümkün değil( burada verilecek en iyi örnekler Ferrer ve Zvonereva gibi duruyor, iki çok çalışkan, yetenekli tenisçi; fakat final maçlarında veya ilk dörtle oynanan maçlarda hiç varlık gösterememeleri mental durumun önemini açıkça anlatıyor.) O zamanlar Federer'in mental olarak tek zayıflığı Nadal'a karşıydı diyebiliriz; ama köprünün altından çok sular aktı ve şu an zihinsel durumu o kadar da iyi olmayan bir Federer var karşımızda. Eskiden olsa hiç yapmayacağı basit hataları yapıyor, kritik yerlerde olmayacak puanlar kaybediyor veya kazanamıyor, hâlâ rakipleri için ciddi bir rakip olsa bile, turnuvalarda veya grand slamlerde ileriki turlarda tehdit ediciliği gittikçe azalmış durumda. Mental zayıflığı için de en iyi örnek sanırım bu yılki Wimbledon ikinci turdaki unutmak istediğim o korkunç maç. Şu an rakibinin bile ismini hatırlamıyorum; ama o kadar Federer'in çaresiz hissettiği bir maç az bulunur(belki Nadalla oynayıp toplamda altı oyun alabildiği roland garros finali; ama adı üstünde final ve nadalla oynuyor, kimsenin tanımadığı bir tenisçiyle değil) Çok normal başlayan maçta Federer ilk seti  de alınca geri kalanında rakibinin çözülüp kolay bir maç olacağını düşünmüştüm; ama daha fazla yanılamazmışım. İsminin Stakhovsky olduğunu tekrar öğrendiğim rakibi hiç geri adım atmadı ve Federer dört sette elendi; ama elenmesinden ziyade beni üzen şey bunu durdurmak için hiç bir şey yapamamasıydı. Rakibi sürekli aynı taktikle oynadı (güçlü servis- servis vole) ve Federer buna bir çözüm yolu bulamadı, hadi rakibinin servislerinde etkili olamamasını da bırakalım, kendi servislerini de savunamadı ve ne yazık ki bu tek maçlık bir olay değil, Federer gibi çok geniş bir yelpazede oyun ve vuruş stilleri olan bir oyuncunun yaşadığı bu çaresizlik benim gözümde büyük oranda mental zayıflığa işaret ediyor.
                              

3-) Taktiksel Nedenler: Federer'in taktiksel zayıflığı da bu yazının son konusu ve aslında Federer'in kendisi buna önlem almaya çalışmasa çoğu kişinin gözden kaçırdığı bir nokta da olabilirdi. Daha üstte söylediğim gibi Federer daha farklı bir jenerasyondan geliyor, tenisin biraz daha yavaş oynandığı, tekniğin, göze hoş gelen vuruşların daha çok olduğu bir zamandan. Tenisin değişmesiyle ve de rakiplerinin farklı şeyler uyum ssağlamasıyla Federer'in taktikleri biraz demode kaldı ve değişime ayak uyduramazsa veya kendi oyun tarzını yeni gelenlere kabul ettiremezse başarısızlığı da devam edecek gibi görünüyor. Şu ana kadar ikinci seçeneği tercih ediyordu Federer ve işe yarıyordu; ancak şimdi değişim sinyalleri almaya başladık. Bunun en önemli göstergesi de Federer'in doksan inçlik raketini bırakıp yanlış hatırlamıyorsam doksan sekiz inçlik raketi deneyeceğini duyurması oldu. Raket kafasının büyümesinin belirli avantajları ve dezavantajları var; ama kendisi için en büyük avantajı misshitleri azaltması ve topa daha büyük bir güçle vurmasını sağlamak olacaktı sanırım, zira misshitlerden çok çekiyor bugünlerde. Olacaktı dedim; çünkü Federer bir iki aylık deneme sürecinden sonra eski raketine geri dönmeye karar verdi. bunda birinin nedenini sakatlık olarak gösterdiği iki felaket turnuva performansının etkisi büyük sanırım. Yine de muhafazakar bir tenis anlayışıyla oynayan Federer'in bu denemesi ilginç ve söylentilerin aksine tenisi bırakmaya çok da yakın olmadığını gösteriyor bize. aynı zamanda federer amerika açıkta kullanmasa bile doksan sekiz inçlik raketi denemeye devam edeceğini duyurdu, yeni rakete alışıp alışamayacağı, kendisiyle özdeşleşmiş eski raketini bırakıp bırakmayacağı hâlâ merak konusu. Şu ana kadar gördüğümüz taktiksel değişimin hızlı bir sonuç vermediği(hatta oyununu daha kötü yaptığı); ancak hiç bir şeyi değiştirmezse de düşüşünün devam edeceği.

Toparlayacak olursak bugünlerde izlediğimiz Federer, 2005-2006'nın Federer'inin gölgesi kıvamında ve yukarıda saydığım bütün etmenler bu düşüşte büyük rol oynuyor ve hatta birbirini doğuruyor. Eğer bir şeyler değişmezse bu düşüş devam edecek gibi duruyor; benim ve bir sürü tenisseverin umuduysa Federer'in bir şekilde toparlanıp, eskisi kadar başarılı olması mümkün olmasa da bize yeniden güzel, rekabete karşı koyabildiği maçlar izletmesi. Çünkü Federer tenisi bıraktığında bıraktığı çoğu kişi için aynı spor olmayacak ve bu ne kadar geç olursa o kadar iyi.





6 Ağustos 2013 Salı

Black Mirror




Black mirror sezonda 3’er taneden 6 bölümlük bir mini seri. 6 bölüm de birbirinden bağımsız, farklı konular, farklı oyuncular ama tüm bu bağımsızlıkta aslında ortak bir temada buluşturulabilmiş, hayatımızdaki birçok şeyin ‘yansımasını’ bulabileceğimiz ‘düşündüren bir seri.

Adeta bir ‘sanat dizisi’. Her  bölümü zihin yoruyor. Anlamaya çalışıyorsunuz. O kadar çok anlam çıkarıyorsunuz ki anlamadığınızı zannediyorsunuz. Oysa gerçekten de farklı derinliklerde pek çok anlam barındırabilir. Adeta bir Ahmet Haşim dizisi. Öyle sembolik :p

Çok felsefik bir kere. Hiçbir bölüm kesin sonuçlanmıyor (en sevmediğim sonlar) ve bu ucu açıklık da sizi daha fazla düşünmeye zorluyor. Özellikle 5. Bölümde dumur olmuş Sokrates gibiydim. 

Genel olarak her bölümde farklı bir teknolojik durum ve bunun insan doğasına aykırılığının getirdiği trajik sonuçlar var. Sosyal medya da bölümler de ortak işlenmiş konulardan.

 Bölüm bölüm değinecek olursak:



1. Bölüm : Çok hızlı bir giriş yapılıyor. Aynı koşturmacada devam ediyor. Her şey çok güzel de başbakanın şartları kabul edişi biraz hızlı ve kolay oldu gibi.  Çok daha fazla altenatif düşünülüp daha fazla çaresizlik verilebilir miydi diye düşünüyorum ama bu haliyle bile yeterince gerici. (geriyor yani)

Bir vicdan sınavı gibi görünse de insanlık sınanıyor. Vicdanınız değil iktidar hırsınız size kesinlikle yapmayacağınız o şeyi yaptırabiliyor. Üstelik yapmanız gerekmiyorken(!)








2. Bölüm: nası yani ? diye biten bir bölüm. Boşa çevirdiğimiz pedallar güzel sembolize edilmiş. Hepimiz zaman zaman gerçekliği sorguluyoruzdur. Sonuçta bir şeyler yapıyor muyuz peki? Neyi değiştiriyoruz hayatımızda? Sanırım boş zaman aktivitesinden öteye geçemiyor bu sorgulayış ve ‘İşimiz çıktığında’ bir kenara itiveriyoruz.





Kızla çocuğun tuvaletteki ilk konuşmalarında birden beliren ‘görsellere’ çocuğun utangaç ‘onlarla ilgilenmiyorum’ bakışı beni benden aldı zaten. 

Ayrıca ‘reklamları’ izlemek zorunda olmaları da çok vurucuydu bence.

Ve o cam parçası gerçekliğin bir parçası olabilecekken daha farklı bir sembol haline geliverdi özel kutusu içinde.

'içeceği içmeden' de itaat eden çocuk... İsyanın bir anda itaate ve isyan ettiğine hizmete dönüşmesi??





3. Bölüm:  burada da oldukça ilginç bir teknoloji bizi karşılıyor. Anılarımızın kaydedilmesi ve istediğimiz an izleyebilmemiz-izletebilmemiz-kaydı silebilmemiz. Aslında çok tanıdık zira internet bu konuda ucuz ve tek başınıza da benzer verilere ulaşabilmenizi sağlıyor. Farkettirmeden.






Bölüm başında -adam da biraz genç geldiğinden gözüme- kim kimin nesi pek anlamadım, masada çok farklı yerlere oturdular karısıyla falan bi garipti  ama bakış açısı için öyle bir düzen oldu sanırım. Neyse. Biz gereksiz tipe sinir olup yine de adamın gereksiz kıskançlık yaptığını düşüneduralım fettan kadının yalanları bir bir çıktı ortaya. Yalnız o bebek kimin  o kısmı anlamadım. Anlayan varsa açıklasın. 

Bir de o kırmızı çorapları!! Allahım yarabbim sen o önemli iş görüşmesine o çoraplarla mı gittin? Sonra iyi geçmesini bekliyorsun? Hadi diyelim uğurundan toteminden giydin, bütün gün onlarla dolaştın, o kadar gün niye hiç çıkmıyor ayaktan? Yatıyor kırmızı çorap kalkıyor kırmızı çorap. Bunun bir açıklaması olmalı. Tüm bölüm gözümüz boşu boşuna adamın çoraplarına takılmış olamaz!





4. Bölüm: Sosyal ağ profillerimiz bizi bir yere kadar yansıtıyor, hala insanız dediğimiz bir bölüm. Biraz Kemal Sunal’ın Japon İşi filminden alıntılamışlar yalnız değinmeden geçmeyelim :) 

Bölümde bağımlılık adeta aşama aşama işlenmiş. Ve yalnızlığın vurgusu da güzel olmuş. 





Yalnız bu adam şimdi hep tavan arasında mı kalacak? Çocuk o adamı ne olarak tanıyor, nasıl tanıyor? Ayrıca çocuk bu, evde öyle birinin olduğunu ulu orta söylemez mi? Bunlar da bölümün yüzeysel soruları.






5. Bölüm: Serinin en ‘nooluyo lağn’ bölümü. (wtf?! de denebilir tabi) Sonuna kadar adeta hiçbir şey anlamıyorsunuz. Gerçi sonunda da pek bir şey anlaşılmıyor. 
Bölümü izlerken hiçbir şey anlamasanız bile ellerinde telefon her şeyi kaydeden insanlarla kendinizi özdeşleştiriyorsunuz. 





Bu organizasyonun gerçekliği nedir? Gerçek bile olsa insan ürperyor. Bazı suçlara yönelik hepimizin bunlara ne yapılsa az gelir düşüncesi vardır ama burada sorguluyor insan. Psikolojiyi zorlayan bir bölüm.  

Ayrıca ‘süngerler 2 pound’ da organizasyonla ilgili başka bir önemli nokta. 
Adaletin neresindeyiz?





6. Bölüm: Bölümler birbirinden bağımsız olduğu için final olarak nitelemek çok doğru değil sanırım. Böyle bir vuruculuğu aramak da boşuna bir beklenti olur. Kendi adıma ister istemez 5. Bölümün gölgesinde kaldı biraz. Ama güzel bir bölüm.




Sosyal medya vurgusu bu bölümde de var. Önemli vurgulardan biri de bence Waldo’nun aslında değişmesi ama animasyonu seven herkesin bu durumu önemsememesi ya da farkına bile varmaması. 
Ayrıca gerçekte başarısız  olan bir adamın bir animasyonun ardına sığınıp küfrettiğinde fenomen olması da  acıtıcı. 
Gerçeklerin ‘popülarite arttırmak’ için kullanılması, bir pazarlama aracı olması başka bir yönü. Ama psikolojik anlamda zorlayıcı bir 5. Bölümden sonra daha sıradan geliyor.


Özetle izleyin, izletin!