18 Şubat 2013 Pazartesi

KARİYERİNİN ORTASINDA YENİ BİR BAŞLANGIÇ






Uzun süren sakatlığın ardından -artık bu cümleyi kullanmak istemiyorum- toprak kort turnuvası Vina Del Mar'la dönen Nadal teklerde de çiftlerde de finalde kaybetmişti.

Özellikle tekler finali daha çok yankı uyandırdı normal olarak.Üstelik rakibi 27 yaşındaki Zeballos'un kariyerinde -o yaşına rağmen- hiç şampiyonluğu yoktu. 

Maça çıkmadan önce 'Tanrıyla oynamaya hazırım' diye twit atan Zeballos gerçekten de hazır olduğunu maç esnasında gösterdi. otoritelerce hayatının en iyi maçını oynadığı söylense de bu Rafa hayranlarının yüreğine pek de su serpmedi.

Hani derler ya duaların kabul olmuyorsa daha iyisi olacağı içindir diye Zeballos'un da o hesap. Sen hiç şampiyonluk yaşama onca yıl, sonra toprak kralını toprakta devirerek kupaya uzan. Hal böyle olunca maç sonu da Zeb açısından oldukça duygusaldı. Hüngürdedi falan haklı olarak.. burayı kısa geçiçem. O esnada ben de hüngürdüyordum zaten.

Kupayla dönmemesi mental açıdan yıpranan Rafa'ya daha da zarar verir mi diye içimiz kemrilirken Nadal'dan yastığa gömdürüp ağlatan açıklama geldi: ''bana fiziksel kuvvet, özgüven veren ve kariyerimi zirveye ulaştıran her şeyi özledim''

Brezilya Açık'ta çiftlerde David Nalbandian'la uzun süren ilk tur maçını kazansalar da 2. turdan çekilip teklere yoğunlaşan ikili finalde karşı karşıya geldi. 

Kağıt üzerinde Zeballos'tan daha zorlu görünüyordu ama ilk seti 6-2 kaybetti Nalbandian. İkinci sette de 3-0 öne geçmesine rağmen 6-3 kaybedince Rafael Nadal zorlu geçen 8 ayın ardından ilk kupasını ısırdı çok şükür. Babası Sebastian Nadal'sa maç sonunda oğlundan daha duygusaldı.




''Buradaki ilk kupamı kariyerimin başlarındayken almıştım. Umarım bu da yeni bir başlangıç olur'' diyerek tekrar gözlerimizi doldurmayı da ihmal etmedi Nadal kupayı ısırmadan önce.






Formundan oldukça uzak. Ama işte.. İnsan bir ümit RG bekliyor. O kupa en çok ona yakışıyor.


14 Şubat 2013 Perşembe

DeathNote









Death Note; tüm kuzen ısrarlarına 'ben çizgi film seyretmem' diye gurur yapıp dayandığım aylar sonunda bir gece ansızın dış etkenlerin devamı ve içsel merak sonucu direncimin kırılması neticesinde attığım 2 bölümlük adımın ardından kendimi durduramadığım ilk animem.

Ve eğer anime izlemeye başlamayı düşünüyorsanız, DeathNote kesinlikle iyi bir başlangıç.

Tamamen yabancıysanız başlarda Japonca'nın -bana göre- fazlaca vurgulu hali dikkatinizi bu noktaya yoğunlaştırmanıza neden olabilir. Ama birkaç bölüm sonra isimlerden bahsedecek olduğunuzda zihninizde aynı vurgularla canlanıyor. E tabi İngilizce izlemek de bir seçenek.

Spoilersız anlatacak olursak, kabaca adını yazdığınız kişiyi öldüren bir defter deathnote. Beraberinde de sevimli bir ölüm meleğiniz oluyor. Ve kullanmanın bazı kuralları var.
Defter bir şekilde ölüm melekleri diyarından düşüp bizim zeki, çevik, yakışıklı, vicdanlı, akıllı uslu, olgun, ahlaki değerleri önemseyen Yagami Light'ın eline geçiyor.



Ve bu temiz yüzlü vicdanlı genç safiyane duygularla dünyayı kötülükten temizlemek için harekete geçiyor.
Suçluluğu ispatlanmış hasta ruhlu yoldan çıkmışları terk-i diyar eylemelerine yardımcı olmak suretiyle bu defteri kullanarak yeryüzünden temizliyor.


Ancak bu durum daha somut kurallar gereği YANLIŞ bulunuyor ve özel bir dedektif önderliğindeki Japon polisi bu masum gencin peşine düşüyor.

Özel dedektifimiz 'L' kimsenin tanımadığı, adını yüzünü bilmediği klasik dedektif.

Ve klişelere uygun olarak 'farklı'. Özetle biraz medeniyetten nasibini almamış da diyebiliriz ama demiyorum. Yakınlarımdan şiddet görmek istemem.

Tünediği zaman %40 daha iyi düşünen gizemli dedektifimiz de biraz fikir biraz şans Light'ın peşine düşüyor.



Bir de bahsetmeden geçemeyeceğim, her eve lazım Watari'miz var. L'in sağ kolu, gözü kulağı, eli ayağı.. Öyle Bir Geçer Zaman Ki'nin Süleyman'ı niteliğinde bir karakter. Kah bina dikiyor kah dondurmaları külaha koyup koca koca adamlara servis ediyor.. Zorluk -ya da basitlik- derecesine aldırmadan her işinizi görüyor.

Spoilera girme ihtimaline karşı diğer karakterlerden burada bahsetmeyeceğim. Ziyadesiyle taraflıyım zaten.

37 bölümlük kısa bir anime DeathNote ve bu yönüyle oldukça izlenilebilir 300-500 bölümlük animelerin yanında.
Oldukça sürükleyici. Sınav haftası 10 bölüm birden izletebilir mesela. Dikkatli olmak lazım :)

Ve izleyecek olanlara.. 36. bölüm ennfess!






-----------------ben izlemedim ama spoiler yemek istiyorum diyen buyursun-------------------




Anime bittiğinde Prison Break finalindeki duygularımı aynen yaşadım. Tabi Michael kanlı canlı insan olduğu için daha yoğundu ama ha Michael elektrikler içinde ölmüş ha Layto...



L'in ciddi bir hayran kitlesi var farkındayım. Ama Light'ın yakalanmamak için daha fazla çaba sarfetmesi, daha fazla yönden daha fazla ihtimale yönelik önlem alması kurgusal anlamda daha çok zevk veriyor.
Çoğunlukla Light'ın planlarının önce gösterilip L'in bu planları çözme sırasıyla izlediğimiz için Light'ı daha yaratıcı buluyor olabilirim.






L'in aramızdan zamansız ayrılışı animenin tadını biraz kaçırıyor aslında. Mello ve Near oldukça zorlama.
Her iki karakterin de ölümü fazla sıradan. Şimdi kosskoca Kira, bi şapşal Matsuda kurşunuyla mı ölecek yani?!

Ayrıca Kira'nın Misa'yı kullandığı görüşüne de kat-i suretle katılmıyorum. Mutualist bir ilişki onlarınki.

Şef Yagami de iyi niyetli kahraman polis.. Adamlar kızını kaçırmış, fırsatın ve yetkin varken adını deftere yazacağına sen teslim ol çağrışımlarındasın hala. Senin ölmene üzülmedim de çocuğun başını yaktın. Yazıklar olsun. Azıcık evladına sahip çık!

Japonların halk kahramanı olayına bakış açısı bu demek ki..

Gitti gül gibi çocuk!! (zılgıt was here)




8 Şubat 2013 Cuma

VE KRAL TOPRAKLARINA DÖNDÜ!

220 Günün ardından 'game, set and match RAFAEL NADAL!'
Alıştığımız, özlediğimiz turuncu fonda; alıştığımız renkli tshirtleri ve ayakkabılarıyla, elinde raket, o rakete çarpan fosforlu sarı bir top..
Bekledik, biz bunu çok bekledik..

Nadal, geri dönüş tarihi yaklaştıkça '1 numara olarak dönmeyi beklemiyorum, formumu yavaş yavaş kazanacağım, eski formumu yakalayamayabilirim, sadece elimden geleni yapmak beni mutlu edecek' minvalinde açıklamalarıyla, biz 6 saat boyunca ekran karşısında heyecanlı ve tempolu Avustralya Açık 2012 finalini izlemiş sevenlerindeki beklentiyi makul bir düzeye indirmeye çalışmıştı.

Başlangıçta dizlerini çok zorlamak istemediğini de dile getirerek ''kusura bakmayın bir süre tavşan gibi koşup sizi hayretler içinde bırakamayacağım'' demeyi de ihmal etmedi.

Birçok ertelemenin ardından dönüş turnuvası olarak Şili, Vina Del Mar ATP 250'yi seçti. Hem teklerde hem çiftlerde arz-ı endam etti. Pek tanımadık rakiplerle ve pek de elit olmayan bir kortta da olsa dönüşü heyecan verici.

İlk maçı Juan Monaco'yla çek rakipleri Frantisek Cermak/Lukas Dlouhy karşısında 6-3/6-2 kazandı. Oynadığı son maçın yine Çek bir Lukas'a, Lukas Rosol'a karşı Wimbledon 2. turunda hazin bir vedaya sahne olmuşluğu dışında rakipler zihinlerimizde bir şey ifade etmiyor tabi. Bizi merakla pc karşısına oturtan şey de zevkli bir tenis maçı izleme amacı değil elbette. Bizi TSİ gecenin bir vakti ekrana bakmaya zorlayan şey, 7 ayın ardından Nadal'ın her mimiğinde anlam arama dürtüsü.





















Maç beklendiği gibi sıradan, heyecansız bir maçtı. Çek tarafında 'hani sakattın olum sen?!' bakışları dışında kayda değer bir şey yok.

Nadal da beklendiği gibiydi. Sakatlıktan yeni çıkmış olmanın yanı sıra çiftler maçı olmasının da etkisiyle özlediğimiz deparlarını göremedik. Çizgiye attığı toplar her outa gidişinde içimiz cız etti. Ama o enfes top spinlerden, forehand winnerlardan birkaç tane izleme fırsatı bulduk. :)

İlk tekler maçı ise bir sonraki gün Arjantinli rakibi Delbonis'e karşı yine 6-3/6-2 skorla sonuçlandı. Bu maçta da pek koşmadı. ama kortun bir yarısında onu tek başına görmek güzel.

Hem çiftlerde hem teklerde mücadele etmesi beni biraz 'aman yavrum koşturup çok terleme, dikkat et düşme' şeklinde bir evhama soksa da rakipleri bu konuda rahatlatıcı, 1-2 isim dışında. (Chardy ve Monaco)
Takvimi de çok yoğun değil bildiğim kadarıyla.

Her ne kadar beklentilerini düşük tuttuğunu söylese de tıpkı bizim gibi RG'de -onu tam olarak son kez izlediğimiz turnuvada- tozu dumana katıp dört nala kupaya koşmak istediğine eminim.





 sakatlığın ardından ilk tekler maçından.
 özlediğimiz gibi :)